Aristoteles Sempozyumu Bildiri Özetleri

Özet bildiriler sempozyumdaki konuşma sırasına göre sıralanmıştır.


Modern Dünyada Erdeme Yer Var Mı?

Nevâ Tezcan Topuz
Sakarya Üniversitesi, Lisansüstü Öğrencisi

Modern ahlâk teorileri ile Aristoteles’in erdem ahlâkı arasındaki en belirgin farklılık; modern ahlâkın temel düsturu “kişinin yapması gerekenler” iken, Aristoteles’in erdem ahlâkının temel düsturunun “kişinin yapması gerekenleri yapabilmesi için sahip olması gerekenler” olmasıdır.

Belli bir açıdan bakıldığında, Batı etiğinin temel taşlarından biri gibi görünen Aristoteles’in ahlâk anlayışı, aslında, Aydınlanma hareketinden sonra teorik felsefenin değerli bir mirası olarak tarihteki yerini almıştır. Aydınlanma hareketinin başlangıcından günümüze uzanan, adına modernizm dediğimiz süreçte belirleyici olan, sürekli atıfta bulunulan veya daha keskin bir ifadeyle Batı etiğinin yeni temel taşı kabul edilen ahlâk anlayışı Immanuel Kant’ın “ödev ahlâkı” olmuştur. Immanuel Kant’ın ahlâk anlayışı, temelde, bireyin “yapması gerekenler”i konu edinen eylem temelli bir ahlâk anlayışıdır ve içerisinde, felsefe tarihi kapsamında alışageldiğimiz anlamda bir erdem kavramı barındırmaz.

Geride bıraktığımız 20. Asırda, modern dünyanın ahlâk paradigmasını eleştiren, genel olarak bireyin “yapması gerekenler”le sınırlandırılmış ahlâk anlayışlarının eksikliklerinden dem vuran ve yeniden, en üstdüzey karşılığını Aristoteles’te bulmuş, erdem temelli bir ahlâk paradigmasının hakim hale gelmesi gerektiğini savunan bazı filozoflar isimlerinden hayli söz ettirmeyi başarmışlardır. Modern ahlâk paradigmasının çekirdeği konumunda bulunan “ahlâkî ödev” ve “ahlâkî sorumluluk” gibi kavramların ikinci plana itilmesi ve yerlerinin yeniden “erdem”le doldurulması gerektiğini savunan Gertrude Elizabeth Margaret Anscombe (1919-2001), Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik eserindeki “erdem ahlâkı” temelleri üzerine kurulu yeni bir ahlâk anlayışı inşa etmeye çalışan Alasdair MacIntyre (1929-) ve Aristoteles’in ahlâk üzerine kaleme aldığı eserleri “erdem ahlâkı”nın arketipleri olarak kabul eden Martha Craven Nussbaum (1947-) bu isimlerin en çok öne çıkanlarıdır.

Bu bildiride, Anscombe, MacIntyre ve Nussbaum gibi felsefecilerin görüşleri ışığında, günümüz dünyasında erdem temelli bir ahlâk anlayışının teorik ve pratik değeri tartışılacaktır.


Aristoteles’te Polıtıke Koınonıa (Politik Birliktelik) ve Phılıa (Dostluk) Bağlantısı

Dr. Melike Durmaz
T.C. Yeditepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Aristoteles Nikomakhos’a Etik adlı yapıtının sekiz ve dokuzuncu kitaplarında philia (dostluk) konusunu ele almaktadır. Dostluk ise tercihle giden bir “huy” (hexis) olarak tanımlanır. Bir tür başkalarıyla-bir arada-olmaklık (koinonia) olarak dostluk özellikle adalet ile ilişkisi bakımından hem politik birlikteliğin (politike koinonia), yani polis’in, korunması hem de insan yaşamının ve dolayısıyla polis’in amacı olan insansal iyinin (anthropinon agathon), yani mutluluğun (eudaimonia), gerçekleştirilmesi bakımından çok önemli bir yere sahiptir. Aristoteles’e göre politik birliktelik bir dostluk işidir. Bu bakımdan dostluk politik birliktelik içerisinde adaleti sağlayan ve koruyan şeydir. Adalet ise belli bir türden eşitliği sağlama işidir. Aristoteles’e göre hem dostluk hem de adalet aynı kişilerde ve aynı şeyle ilgilidir.

Aristoteles insanı hep bir koinonia içerisinde ele almakta; çünkü ona göre insan physei zoon politikon’dur (doğası gereği polis’e göre/uygun canlı). Öte yandan Aristoteles tüm insan birlikteliklerini, politik birliktelik olarak belirlediği ve insana özgü özel bir birliktelik olarak tanımladığı polis’in bir parçası olarak belirlemektedir. Polis’in içinde yer alan ve polis’i oluşturan tüm birliktelikler belli bir anlamda dostluğa benzer. Eşitlik dostluğun ruhudur, eşitliğin tamı ise sekizinci kitapta asıl anlamda dostluk olarak belirlenen prote philia’da bulunur. Polis içerisinde yer alan diğer tüm birlikteliklerin, belli bir bakımdan insanın zoon oikonomikon olmaklığında temelini bulan dostluğa benzetilmesinin nedeni her birlikteliğin bir ortaklık ve değere göre (kat’axian) eşitliği sağlama ve koruma işi olmasıdır. Dostluğun kendisinde de bunu görmekteyiz. Aksi takdirde herhangi bir insan birlikteliğinden veya dostluktan söz edemeyiz. Politik birlikteliğin korunması ve buna bağlı olarak polis’te yaşam ise eşitliği korumakla olanaklıdır. Bu da adaletin kendisidir. Daha önce de belirtildiği gibi hem dostluk hem de adalet Aristoteles’e göre aynı kişiler ve aynı şeydedir; her insan bir aradalığında adalete ilişkin bir şey söz konusudur. Yönetim biçimlerinde ise adil olan ne kadar sağlanıyorsa dostluk da o ölçüde gerçekleşiyor demektir. Zira politik birlikteliğin temelinde yöneten ile yönetilenin dostluğu yatmaktadır. Söz gelimi tiranlıkta dostluk ya yoktur ya da çok azdır; çünkü böyle bir yönetimde yönetilen ile yönetilenler arasında ortak hiçbir şey olmaz, eşitlik sağlanmaz ve korunmaz, dostluk ortaya çıkmaz; çünkü adalet yoktur.

Yukarıdaki bilgiler ışığında; bu çalışma Aristoteles’te politik birliktelik ve dostluk arasındaki bağlantıyı adalet temeli üzerinde açımlamayı amaçlamaktadır. Bu anlamda çalışma, Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik adlı yapıtının sekizinci ve dokuzuncu kitaplarını temel alarak politik birlikteliğin amacı olan mutluluk kavramına; bu bakımdan politik birlikteliğin insan yaşamındaki yeri ve önemine; dostluğun tanımı ve dostluk türlerine; “politik iyi” olarak belirlenen adaletin hem politik birliktelik hem de dostluk bakımından önemine yoğunlaşacaktır.

Anahtar Sözcükler: Aristoteles, eudaimonia, politike koinonia, philia, adalet.


Aristoteles ve Dağıtıcı Adalet

Yrd. Doç. Dr. Aysel Demir
Aksaray Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Bu çalışmada, Aristoteles’in özellikle dağıtıcı adalet üzerine düşünceleri analiz edilerek, Aristoteles sonrası dönemlerde dağıtıcı adaletin içeriğinin nasıl değiştiği üzerine eleştirel bir tartışma yapılacaktır. Bu bağlamda, adaletin en açık belirlenimini Nikomakhos’a Etik adlı eserinin V. bölümünde yapan Aristoteles, adaletin ne olduğunu adaletsizlikten yola çıkarak belirler ve adaletin bireyin başkasıyla ilişkisinde ortaya çıktığını ve her durumda herkese adil davranma çabasının adaletsizliğin tek kaynağı olduğunu belirtir. Adaleti, genel ve özel olarak ikiye ayırarak, ilgisini özel adalet biçimine yöneltir ve gerçekte bireyleri bağlayanın, dağıtıcı ve düzeltici adalet olduğunu iddia eder. Geometrik orantı aracılığıyla eşitlik anlayışını kendine temel alan dağıtıcı adalet; devlette onur ve iyiliklerin, gelirlerin adaletli bir biçimde dağıtımıyla ilgilenirken, aritmatik orantıyı kendine temel alan denkleştirici-düzeltici adalet; ortaya çıkan bir haksızlık durumunda gerekli yargıların yapılıp cezaların uygulanması konusu ile ilgilenir.

Aristoteles, dağıtıcı ve düzeltici adalet bağlamında, kaynakları insanlara paylaştırmanın orta yolunu ve nesnel bir hukuku çağrıştıran karşılıklılık rejimini ortaya koymaktadır. Adaletin nasıl dağıtılacağını bireyler arası karşılıklı denkliğin olması koşuluna göre çözümler ve buna da hakkaniyet adını verir. Dağıtıcı adalet, genel anlamda karşılıklı iki şeyin eşit dağıtılmasıdır. Bu iki şey hakka, onun eşit dağıtımı da hakkaniyete işaret eder.
Aristoteles, insanların konumlarının değerini belirleyen şeyin; onların ortak yaşama katkıları olduğunu ve yaşama yaptıkları bu katkı oranında pay aldıklarını ifade etmektedir. Bu bağlamda, dağıtıcı adalette bireyler, eylemlerinin sonucunda ortaya çıkan şeyden konumlarına uygun olarak yararlanmayı beklemektedir. Kısaca dağıtıcı adalet; toplum içinde yer alan bölüştürülebilir niteliklerin, herkesin yeteneğine ve toplum içindeki statüsüne göre dağıtılması olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, dağıtıcı adalette bulunan eşitlik, hem kişilerin hem de şeylerin durumuna bağlı olarak ortaya çıkan göreceli bir eşitliktir (Aristoteles, 1998: 95) ve burada dağıtım, kişi veya şeylerin değerine göre yapılır. Buna göre, dağıtıcı adaletin her konuda herkese eşit dağıtım yapılması gerektiği gibi bir düşüncesi yoktur, herkes bulunduğu duruma göre payını almaktadır. Kamusal alanda devlet, dağıtıcı adalet aracılığıyla herkese payına düşeni verir ve buna karşılık bireyler de yetenek ve konumlarına göre devlete karşı ödevlerini yerine getirirler. Bu, Aristotelesçi dağıtıcı adaletin bir gereğidir (Güriz, 2001: 8).

Anahtar Kelimeler: Aristoteles, Adalet, Dağıtıcı Adalet, Düzeltici Adalet, Eşitlik


Siyasette Dostluğun Olanağı: Aristoteles ve Philia Politike

Yrd. Doç. Dr. Bergen Coşkun Özüaydın
Maltepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Siyaset ve dostluk, çoğu zaman birbirinden çok farklı ve birbiriyle uzlaşmaz kavramlar olarak değerlendirilir. Dostluk dediğimizde, aklımıza siyaset gelmez. Yine aynı şekilde siyaset üzerine düşündüğümüzde de dostluğu hesaba katmayız. Dostluk zihinlerimizde, sevgiye ait bir kavram olarak var olup, özel alanda, yaşanırken, siyaset, sevgiden ve dostluktan uzakta, kamusal alandaki yerini alır.

Oysa, Aristoteles’in dostluk tanımlarına baktığımızda ve onun siyaset anlayışını bu bağlamda ele aldığımızda, siyasetin ve dostluğun birbirinden hiç de o kadar uzak kavramlar olmadığını, hatta siyaset için özel türden bir dostluğun, siyasi dostluğun, philia politikenin neredeyse olmazsa olmaz olduğunu görebiliriz.

Aristoteles, Nikomakhos’a Etik’te, (1156a7) onları birbirlerine bağlayan şeyin ne olduğuna göre, dostluk türlerini sınıflandırmış ve üç çeşit dostluktan söz etmiştir: İmdi sevilen şeye eş sayıda, üç tür dostluk var. Herbirinde saklı olmayan karşılıklı yakınlık olur, birbirlerini severler, neden ötürü birbirlerini seviyorlarsa, onla ilgili olarak birbirleri için iyi şeyler isterler. Demek bir yarardan ötürü birbirlerini sevenler kendileri için değil, karşılıklı olarak kendilerine bir “iyi” oluştuğundan ötürü severler. Hazdan ötürü sevenler için de bu böyle. Aristoteles’e göre bu iki tür dostluk da geçicidir, ilinekseldir. Çünkü sevilen kişi ne ise o olmasından ötürü değil, ya bir iyi ya da bir haz sağladığı için sevilmektedir. O, siyasi dostluğu ise, uzlaşmayla ve kamu hayatıyla bağlantılı olarak şu şekilde tarif eder: Demek söylediğimiz gibi, uzlaşma toplumsal bir dostluk gibi görünüyor; yararlı olanlarla, yaşam için uygun olanlarla ilgili. Bu tür bir uzlaşma doğru kişilerde olur, çünkü onlar kendileri ile, başkaları ile uzlaşma içindedir. Deyim yerindeyse “aynı yöne dönüktürler” (bu tür kişilerin istekleri kalıcıdır, bir sarkaç gibi yön değiştirip durmazlar) adil ve yararlı olanları ister, bunları kamu adına ararlar (1167b).

Böylece Aristoteles’te dostluk, siyaset sahnesindeki ve kamu alanındaki yerini alır, hatta bu tür bir dostluk, siyasetin de, adaletin de en temel dayanağı olacaktır. Hem dostluğa, hem adalete hem de adil bir siyasete duyduğumuz ihtiyacın hiçbir zaman azalmadığını ve bugün onlara, dostluğa, adalete ve adil bir siyasete, her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuzu göz önüne aldığımızda, Aristoteles’in dostluk, siyaset ve sevgi anlayışını bir kez daha hatırlamamız gerekmektedir. Bu nedenle, bu bildiride, dostluk, sevgi ve siyaset kavramları değerlendirilerek, Aristoteles’in dostluk ve sevgi kavramları üzerinden siyasette dostluğun olanağı tartışılacaktır. Belki de siyaset ve dostluk birbirlerine,düşündüğümüz kadar uzak değildir ya da daha doğrusu onları birbirlerine bu kadar uzak kavramlar olarak düşündüğümüz içindir ki ne siyasetten ne dostluktan ne de adaletten yana yüzümüz gülmemektedir.

Anahtar kelimeler: Dostluk, siyaset, sevgi, adalet, kamusal alan.


Aristoteles’in Evren Anlayışı ve İslâm Astronomisine Etkisi

Prof. Dr. Yavuz Unat
Kastamonu Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü

Aristoteles astronomiye ilişkin görüşlerini Fizik, Metafizik ve Gökyüzü Üzerine adlı yapıtlarında açıklamıştır. Aristoteles, Metafizik’in ilk bölümünde, kendisinden önceki düşünürlerin evren hakkındaki görüşlerini verir ve sonra kendi düşüncelerini ortaya koyar. Aristoteles’in evren modeli Eudoxus’un evren modeli, yani Ortak Merkezli Küreler Sistemi’dir. Aristoteles’in bu modelini MS 150 yıllarında yaşamış olan Batlamyus matematikselleştirecektir. Aristoteles’in asıl önemi, Copernicus’a kadar etkin olacak Yer Merkezli Sistem’inin, daha doğrusu, Kepler’e kadar değiştirilemeyecek olan gökyüzü hareketlerinin temel prensiplerini ortaya koymasıdır.

Bu çalışmada, Aristotelesçi evren anlayışının İslâm astronomlarınca nasıl bir çizgide ele alındığını verebilmek, bu çalışmaları astronomi tarihi açısından değerlendirmek ve bu bağlamda İslâm astronomlarının nasıl bir yaklaşım sergilediklerini ortaya koyarak astronomi tarihindeki evrenin fiziki yorumu üzerinde nasıl tartıştıklarını ve tartışmalarla Batıyı nasıl etkilediklerini göstermektir.


Trajik Kahramanı Trajik Yapan Nedir?

Berrak Coşkun
Maltepe Üniversitesi, Doktora

Trajediyi iyi yazanın, bir eylemi taklit ettiği söylenir. Kişileri ya da belli bir karakteri değil de bir eylemi. Önemli bir eylemi. Metinde olup biten, bir olay içindedir. Fakat trajedinin merkeze aldığı, her zaman eylemdir. Neden?
Bir olayda, ilgili kişinin etkileyemediği şeyler vardır. Rastlantılar vardır, çoğunlukla da ne yapacağı önceden hesaplanamayan başka insanlar… Dolayısıyla olay insandan bağımsızdır. Ancak eylem kişinindir. Eylemin sorumluluğu kişinin kendisine aittir. Oidipus babasını öldürdüğünde henüz içine düştüğü olayın farkında bile değildir ama eylem onun eylemidir, sorumluluğuyla beraber. Ya Antigone’ye ne demeli? Ölümden çok yaşama yakın durmasına rağmen yapmamış/yapamamıştır kendisini yaşatacak şeyi. Ölüme gitmiştir, yaşamak isterken. “Bana düşer bu görev” deyip, yasağı çiğnemiş; kardeşini gömmüştür. Platon’a göre, kişi kendi hayatını bir kere seçince onu yaşamaya mecbur kalıyordu. Oysa Aristoteles’te öyle değildir. Aristoteles’te, kendimizi kendimiz yaparız. Bir olayın içinde ilgili kişiyle ilgisi olmayan şeyler varsa da eylem eyleyenindir. Sorumluluk da öyle. Trajedinin etik rolü, işte bu noktada ortaya çıkar.

Trajedide, iki değerli şeyin çatışması söz konusudur. Bir duraklama anı. O duraklamadadır trajedi. Bir şeye hem evet hem hayır denilen andadır. Trajik kahraman ara-dadır; anda ara-da kalmıştır. Hep ara-da yaşanmaz, buna kimsenin gücü yetmez. Kişi ancak bir eylemde bulunarak kurtulabilir düştüğü durumdan. İşte o zaman, kaçınılmaz olanı yapar trajik kahraman. Yasağın gereğini, yasanın buyurduğunu, toplumun dayattığını ya da başka bir şeyi değil de kaçınılmaz olanı. Kendisi için kaçınılmaz olanı… Antigone için kardeşini gömmek kaçınılmazdır. Başka türlü eylemek, gelmez elinden. Çünkü bir çeşit zorunluluktur (ἀνάγκη), onun eylemine yön veren. Eski bir deyişle, tanrılar bile boyun eğer ἀνάγκη’ye. Peki, kader mi bu? Tam olarak öyle olduğu söylenemez. Trajik durumun ortaya çıkmasında, her zaman kişinin kendisinin de payı vardır.

Bu bildiride, Aristoteles’in görüşleri bağlamında, tragedya ve trajik kahramanın ayırt edici özellikleri tartışılacaktır.


Aristoteles’in Ahlâk ve Adalet Anlayışı

Güzel Yalçın
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Felsefe Yüksek Lisans Öğrencisi
Hürriyet Eğitim Kurumları Rehber Öğretmeni

Bu çalışmada amaç, Aristoteles’in ahlâk ve adalet anlayışını irdelemek, kendi döneminde bu kavramlara yüklediği anlam ile süreç içerisinde kullanılan anlam arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri ortaya koymaktır. İnsanlar kendi Ben’ini tatmin etme ve kendinde olmayan bir şeyi isteme arzusu ile kendi yaşamını sürdürmek zorunda kalır. İnsanların içselleştirmek zorunda kaldığı rekabeti sonlandırmak ve mutluluğu sağlayabilmenin ölçütü nedir? Evrensel bir ahlâk anlayışından bahsetmek mümkün müdür? Ahlâki bir eylemin amacı nedir? Adaletin ölçütü ne olmalıdır? Hakkaniyete uygun bir adalet anlayışından bahsetmek mümkün müdür? Ahlâk ve adalet anlayışı çerçevesinde Aristoteles’in çizgisini aşmadan konuya açıklık getirmeye çalışacağım.

Ahlâki bir eylemin amacı kimine göre mutluluk, kimine göre ödev, kimine göre savaşların ortadan kalkması için akıllı insanların başvurduğu bir yoldur. Ahlâk ve erdem kavramları Yunan filozoflarından itibaren tartışılan kavramlardır. Her filozof kendi döneminde bu kavramlara farklı anlamlar yüklemiştir. Sokrates; erdemi bilgi olarak, Platon; cesaret, ölçülülük olarak tanımlar. İnsanın işi, ruhun fazilete uygun etkinliğini gerçekleştirmektir. Ruhun akıl sahibi olması önemlidir, çünkü o doğru bir şekilde en iyi şeylere teşvik eder. Erdem esasına göre; yaşam süresince insan ruhunun yaptığı faaliyettir. İyilik; en üstün insani değer olmakla birlikte haz, zenginlik ve şeref gibi değerlerle karıştırılmaması gerektiğini söyler. Bunlar sadece kendi erdemimizi arttırmaya yarayan değerlerdir yani nihai son değildir. Ancak iyilik, nihai son özelliktir. Erdem, aynı türden alışkanlıkların ruhumuzda yarattığı akli bir durumdur. Aristoteles; adaleti toplumun ve devletin temeli, amacı ve yönetimin genel unsuru olarak görür. Her şey devletin iyiliğini amaçlar. Maddi manevi fark etmez, herkes yeteneğine ve toplum içindeki durumuna göre payına düşeni almayı öngörür. Adaletin amacı; kişi, toplum ve devlet arasındaki ilişkileri düzenlemektir. Ona göre en yüksek iyi ve mutluluğa ulaşmak devletin varlığıyla mümkündür. Devlet yönetiminde bir hiyerarşiden bahseder. Alt üst ilişkisi çerçevesinde alttakiler üsttekilere boyun eğmek zorundadırlar. Bunlar tek başına kendilerini yönetemezler, kendilerinden daha iyi olan bir yöneticiye ihtiyaç duyarlar. Devlet; insanların güvenliğini, mal ve hizmetlerin değiş tokuşunu, herkesin toplum içinde iyi yaşamalarını, olanaklı kılar.

Sonuç olarak; âhlak, adalet kavramları en çok tartışılan, değişik görüşlere açık olan, canlı iki kavram olduğunu söyleyebiliriz. Amaç, insanların bir arada mutlu bir şekilde yaşamalarına fırsat verecek bir ortam sağlayabilmektir. Bu sunumumda Aristoteles’in ahlâk ve adalet anlayışına açıklık getirmeye çalışacağım.

Anahtar kelimeler: Ahlâk, Adalet, Eşitlik, Devlet


Aristoteles’te ‘Siyasal Ortaklık’ Kavramı ve Çağdaş İzdüşümleri

Doç. Dr. Özgüç Orhan
Fatih Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi

Bu çalışma Aristo’nun Politika eserinde ortaya koyduğu “siyasal ortaklık” (politike koinonia) kavramını Hannah Arendt ve Jacques Rancière’in görüşleri üzerinden tartışacaktır. Bu iki çağdaş siyaset kuramcının çalışmaları Politika’nın hemen girişinde ifade edilen “siyasal” olana dair tezlerin günümüzde halen önemini koruduğunu göstermektedir. Çağdaş bir yorumcunun ifade ettiği gibi bu eserin “ilk sekiz satırını derinlemesine kavramak tüm kitabı ve dolayısıyla siyasetin kendisini kavramakla hemen hemen özdeştir.”

Politika’nın girişinde ortaya konan iki temel tezi şöyle özetleyebiliriz: (1) Polis denilen şey “siyasal” bir ortaklıktır; (2) “Siyasal” güç diğer güç kullanımlarından farklıdır. Birbirleriyle ilintili bu iki tezde bahsi geçen “siyasal” kavramının anlaşılabilmesi Türkçeye genellikle “toplum” diye çevrilen koinonia kavramının doğru anlaşılmasına bağlıdır. Bu makalede Aristo’nun siyasete dair düşüncesini doğru anlamak için bu terimin “ortaklık” diye çevrilmesinin daha uygun olacağı savunulacaktır. Koinonia sözcüğü “ortak” anlamına gelen koinos sözcüğünden türetilmiş olup Politika’da sıklıkla geçen koinōnein (paylaşmak veya ortaklaşmak) fiili ile yakından ilintilidir. Politika’nın argümanı çerçevesinde polisi bir “siyasal ortaklık” ve yurttaşları da bu ortaklığın paydaşları veya ortakları olarak görmek yerinde olacaktır.

“Ortaklık” kavramının anlamı en bariz olarak “ortaklaşma” ve “paylaşma” eylemlerinde kendini gösterir. Siyasallık neyin ne kadar paylaşılacağı meselesiyle ilgili olduğu kadar söz konusu ortaklığın nasıl kurulacağı ve korunacağı meselesiyle de ilgilidir. Bu makalede aralarındaki bazı farklılıklara rağmen Aristo, Arendt ve Rancière’in “siyasal”ı “ortaklık” teması üzerinden nasıl kurguladıklarını tartışmayı amaçlamaktadır. Aristo’nun siyasala dair tezlerinin Arendt ve Rancière’deki izdüşümleri araştırılacak ve bu düşünürlerin “siyasal”a yaklaşımları üzerinden Aristo’nun siyaset düşüncesinin daha iyi anlaşılmasına çalışılacaktır.


Aristoteles Mantığının Ontolojik Arka Planı

Yrd. Doç. Dr. Caner Çiçekdağı
Artvin Çoruh Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü

Jaeger, Aristoteles’in mantıktaki büyük başarısının onun felsefesine bağlı olduğunu ve düşüncesindeki analitik gücün klasikleşmiş ifadelerine yansıdığını söylemektedir. Mantığının temelleri Platon’un idealar kuramında yer almakta, Akademi’deki yıllarının kendisine kazandırdıkları eserlerine yansımakta ve Platon’un çeşitli diyaloglarında görülebilecek düşüncelerin etkisi anlaşılabilmektedir. Böylece gerçek soyutlamayı bulan kişi olarak belirmektedir.

Aristoteles kendisinden önceki filozofların ortaya koyduğu ontolojiyi aşmış, her şeyin bilgi (λόγος) ve varlık (όν) içinde olduğunu düşünmüştür. Aristoteles kelime ile şey ikilisi arasındaki ilişkiyi yeniden düzenlerken formel nedeni temele alarak kavram ile şey, bilme alanı ile varlık alanında bu formelliği kullanmıştır. Ancak yine de onun bu kendine has realizmi başlangıçta, Hegelci terminolojiyle, mantıksal kavramların, yargıların ve çıkarımların gerçeklik içinde yansımasından hala uzak bir konumda olmuştur.

Windelband, Platon’un okulunun felsefeyi diyalektik, fizik ve etik olmak üzere üç bölüme ayırdığını ve bu bölümleme sisteminin yaygın bir şekilde egemen olduğunu belirtmektedir. Akademia’da bilgi elde etmek açısından temel yöntem olan diyalektik doğal olarak idealar öğretisiyle bağlantılı bir biçimde olmuş ve Aristoteles de kendi yöntemi olan mantığı geliştirerek bu okulun üç alanıyla ve temellerinde bulunan idealar öğretisiyle bir çeşit mücadeleye girmiştir. Mantık aracılığıyla bilimin asıl doğasını, formlar kuramını ve bilimsel düşünmenin yasalarını araştırmıştır. Böyle bir araştırma daha önceleri Sofistler ve Sokrates ile başlamış, Platon ile devam etmiş ama sonuca varılamamıştır. Bunu başaran Aristoteles olmuş, Grek bilimine ait tüm bir bilgiyi bütünsel bir sistem halinde oluşturmuştur.

Aristoteles’in mantıktan anladığı şey tümüyle yöntemsel olup onu bir οργάνον olarak görmüştür. Ancak bu yöntem bilginin tüm alanlarına yönelik olmayı hedeflemiş ve filozof, mantığı felsefenin bir dalı olarak görmeyip kendi verdiği derslere bir hazırlık olarak (Propaedeutik) kabul etmiş ama bu propaedeutik çalışması Aristoteles’in kendisi tarafından yine de bir bilim olarak kurulmuştur. Sofistler gibi bireysel durumlardaki pratik faydalar veya Sokrates gibi genel ilkeleri belirlemek için değil düşünmenin tüm alanlarındaki düzenli formları bulmak için, metodolojik bir amaçla formel mantığı kurmuştur.

Ancak burada doğru düşünmenin biçimlerinin bilgisi de yine düşünmenin kendisiyle kazanılabileceği için Aristoteles mantığı metafizikle iç içe geçmiş bir durumdadır. Bu mantığın ontolojik kökenlerinde Sokrates ve Platon kaynaklı İdealar kuramı yatmaktadır. Buna göre gerçekten var olan şey “genel” veya “tümel” olandır ve genelin veya tümelin bilgisi de “kavrayış” ile olmaktadır. Bu görüşleriyle Aristoteles Platoncu yanını korumuştur.
İşte genel ile tikel arasındaki bu gerçek ilişki mantığın öncelikli amacıdır. Bu nedenle kökleri Sokrates’ten gelen soyut düşünce Aristoteles mantığının merkezinde yer almış, temellerinde ise Sofistlerin retorik amaçlı kanıtlama ve çürütme sanatı bulunmuştur. Genel geçerli ve bilgisel açıdan da doğru olması gereken bilimsel kanıtlamayı hedefleyerek, genelden tikelin çıkarıldığı tümdengelimi bulmuştur. Çünkü bilimsel kanıtlama, iddiaların geçerliliğinin dayanağı anlamına gelmekte ve bu da ancak genelin içinde bulunan tikeli bulup çıkarmayla mümkün olabilecektir.


Aristoteles’in ”Kadın ve Köle” Anlayışının Günümüz Üzerindeki Etkileri

Berfin Gülsever
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Felsefe Lisans Öğrencisi

Aristoteles’te ”kadın ve ”köle” anlayışının günümüz üzerindeki etkilerine bakmadan önce Antik Yunan’da demokrasi ve bu demokraside kadının ve kölenin yerine bakmak gereklidir.Aristoteles’in çağını ve o çağın görüşlerini anlarsak,bu çağda yaşayan filozofun yerini de bulmuş oluruz.

Demokrasinin temelleri Atina’da atılmıştır.Bu sistem Yunanlılar arasında gelişmiş,4. ve 6. yüzyıllar arasında Atina sitesinde en olgun düzeyine çıkmıştır. Ancak Atina’da sürekli bir demokrasiden de söz etmek mümkün değil. Bu siyasal düzene azınlık değil de çoğunluk tarafından yürütüldüğü için,demokrasi deniyor.Azınlık dediğimiz kısım kadınlardan,kölelerden ve çocuklardan oluşmaktadır. Çocuklar genellikle her çağda belli bir yaşa gelene kadar nötr tutuldukları için, söz konusu kadın ve köleler üzerindeki düşüncenin ne olduğunun belirlenmesi ve bu düşünce ile yaptırımların günümüz üzerindeki etkilerinin bilinmesi önem teşkil etmektedir.

Aristoteles’in kendisine temel aldığı öncül şudur;
”Öteki eşi olmadan etkinlikleri olmayan şeyler çift çift birleştirilmelidir.”
Bu ifadeyi biraz açalım. Örneğin; yöneticinin varlığı, yönetilenlerin varlığını gerektirir. Aksi durumda bir yönetim faaliyetinden söz edilemez. Bunun doğada da geçerli olduğunu düşünen filozof, “Gereken şeyleri zekasıyla önceden görebilen biri, doğaca yönetendir.” diyor. Bunu zihin-beden ikilemine uyarlayarak, bedeni aşağılıyor. Doğanın yöneten- yönetilen kuralını insanoğluna uyguladığında ise; erkek yöneten, kadın yönetilendir, diye ifade ediyor. Bu durumda, geleceği ön görme zekasına sahip olan, erkek oluyor.(1)

Günümüz üzerinde bir etkiden söz etmek demek, yüzyıllar süren düşünce kalıplarının yığılarak ilerlemesi ile oluşmuş fikirlerin modern dünyada,modern kafalarla işlenmesi demektir.Biliyoruz ve bilmeliyiz ki,kadın,günümüz de dahil,her zaman ezilmiş,aşağılanmış ve ancak belli reform ve feminist hareketleriyle bazı haklarını kazanmış,ki maalesef dünya üzerinde pek az ülkede-biraz-sonuç alınmıştır,kadının da bir birey olduğu fikrini toplumların kabullenmesi çok uzun zaman almıştır.Hiç şüphesiz ki çağların getirdiği bu anlayışın temellerini atan düşünür Aristoteles’tir.Elbette Aristoteles’ten önce de kadın ve köleler için,Eski Yunan’da,Roma’da,Eski Hind’de,Eski Mısır’da,Babil’de,Eski İran’da,Eski Rusya’da,Eski Çin’de ; ” Yasal açıdan bir eşyadır, çarşıda alınıp satılabilinir,medeni haklardan yoksundur, hürriyeti elinden alınmıştır,kadınlar vatandaş değildir,tanrıların hoşnut edilmesi için kadın kurban edilir,kadın evcil hayvanlar mesabesindedir,kız çocukları uğursuzluk sebebidir.” gibi kadını aşağılık bir varlık, hatta yarı insan olarak gören zihniyet halen dünyanın belli coğrafyalarında devam etmektedir. Kadın köledir anlayışı çerçevesinde hem köleliğin hem de kadının köleliğinin tartışılması da bu bağlamda gereklidir. Günümüzün şikayet ettiği ama vazgeçemediği hiyerarşi meselesi de temelini kölelik anlayışından almıştır.

Aristoteles,Ethika’sında ”iyi” olanı ve ”eudaimonia” yı arıyor, cevaplandırmaya çalışıyordu.Burada ”eudaimonia”(mutluluk) kavramı,kişinin kendisi olmasına neden olan iyi bir durumdur ve dolaysıyla bu iyi durumun ne olduğuna cevap verirsek,kişinin kendisi olmasına cevap vereceğiz,der.Burada söz konusu sadece yurttaş kabul edilenlerin mi mutluluğuydu? Yani Aristoteles Ethika’yı yazarken salt yurttaşlarını mı düşünüyordu? Filozofun fikrine göre,insan doğası gereği başkalarıyla bir arada olan,politikon bir canlıdır,dolayısıyla insan başkalarıyla olursa kendine yeter. Ve bu kendine yeter olan yaşamın da mutluluğu getireceğini savunur. Köleler ve kadınlar vatandaş sayılmadığı için,yarı insan oldukları için,bu mutluluk fikrine göre,eudaimoniaya erişemeyeceklerdir.

Bunu günümüze uyarlarsak,dışarıya çıkarken bazen gözleri de dahil olmak üzere,her yerini örten ve de örtmek zorunda bırakılmış kadının,başkalarıyla iletişimi engellenmektedir.Bu da Aristoteles’in fikrini baz aldığımızda, bu yaşam tarzında bulunan kadının politikon bir canlı olduğu düşüncesinden uzaklaştırıyor bizi ister istemez. O halde,toplumdan soyutlanmış ve sadece kendisi gibi olanlarla iletişimde kalan kadının kendine yeter ve mutlu bir ruha sahip olması pek dile alınır bir şey değildir.Devamında, ruhun tam erdeme göre tam yaşam boyunca etkinliğinden de söz edemiyoruz dolayısıyla.Çok açık ki başkalarıyla iletişimi kesilmiş kadın ve kölelerin yurttaş sayılmaması,politikon canlı sayılmaması,yine onların başkalarıyla iletişiminin kesilmiş olmasına bağlıdır. Yani en baştan beri söz ettiğim kadın ve köleler için kullanılan yaftalar için bu ortamı yine onlara bu yaftaları yapıştıranlar oluşturmuştur. Tamamen bilinçli eylemlerdir. Kadının doğasıyla Aristoteles’in öncüllerinin kelalaka olduğunu görmekteyiz.

Aristoteles’te, ”Köle hayvandan pek farklı değildir,sadece bir araçtır ve kullanılması gerekir.” fikri günümüz kapitalizm anlayışının sebebi değildir de nedir? Sorusunu sormak durumunda kalıyorum.Bu anlayışla birlikte yönetenler,çalışanlarına modern çağda bile bu gözle bakmaktadırlar.Descartes’in ”makina” kavramının da buna bir etkisi olduğundan söz etmek gerekir tabii ki.Ruhu olmayan,acı çekmeyen,sadece araç olan canlılar,hayvanlar…”Yaptıkları işler bedenlerini kullanmaktan ibaret olan ve kendilerinden daha iyi bir şey beklenemeyenler,doğadan köledir,yönetilendir.”

Pek çok firmanın,şirketin,kurumun çalışanlarına bu muameleyi yaptığının farkındayız. Sadece bedensel güç gerektiren işlerde çalışan insanların işçi sınıfını oluşturduğunu ve bu sınıfın hiyerarşinin en alt tabakasından birisi olduğunu biliyoruz. İşçi isyanları,sendikalar ve grevler bu durumdan duyulan şikayetin ve bu düşüncenin acımasız olduğunun birer kanıtıdırlar.

Demokrasinin ve kölelik durumunun birbiriyle olan çelişmesine de değinmek isterim;
Pers Savaşları’nda (İ.Ö. 490–479) kazandığı zaferler ile bir imparatorluğa dönüşen ve kolektif ve bireysel refah bakımından ilerleme kaydeden Atina’nın klasik dönemde (İ.Ö. 5. yüzyıl) köleci bir toplum haline geldiği kesin olarak söylenebilir. Yunan anakarasının bu en büyük köle toplumunda köleler toplam nüfusun % 15–35 gibi bir kısmını oluşturuyordu. Atina’daki köleler büyük ölçüde Yunanlı değildi ve savaşlar, korsanlık ve Trakya, Anadolu, Suriye gibi yerlerle doğrudan köle ticareti suretiyle tedarik ediliyorlardı. Yunanlıların köleleştirilmesine karşı moral itirazlar vardı ve hatta Atina dışında köle konumuna düşen Atinalılar yakınları veya dostları tarafından geri satın alınıyor ve polis idaresi de bunu özendiriyordu.(2)

Bu paragrafla da birlikte Antik Yunan felsefesi ve politikasının sömürgecilik faaliyetlerinin de başlamasına neden olduğunu söyleyebiliriz. Buna rağmen demokrasiyi de bünyesinde bulunduran topluluğun bu faaliyetleri,yukarıda bahsettiğim,”Köle hayvandan pek farklı değildir,sadece bir araçtır ve kullanılması gerekir.” düşüncesinin ardından ortaya çıktığı muhtemeldir.Günümüzde pek çok belgesel,film,biyografi,makale; sömürgecilik faaliyetlerinin insanlığa ne derecede zarar verdiğini gözler önüne sermektedir.

Sonuç olarak,felsefeye olumlu yöndeki katkılarını da bildiğimiz filozof Aristoteles’in kadın ve köle anlayışını eleştirdiğim,yorumladığım ve tartıştığım bu yazıda,aynı zamanda Antik Yunan’ın kendi içindeki çelişkilerini de konuma dahil ettiğim görülmektedir.

Kaynakça
(1) http://felsefe-alemi.blogspot.com.tr/2015/05/aristoteles-ve-kadinlar.html
(2) Güven Bakırezer ”Antik Yunan Düşüncesinde Kölelik”(http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/933/11631.pdf)